TRUMP’IN “TARİFELERİ” ÇILGINLIK MI?

TRUMP’IN “TARİFELERİ” ÇILGINLIK MI?

YOKSA 50 YILLIK NEOLİBERAL KÜRESELLEŞMECİ ÇILGINLIĞI SONLANDIRMA ÇABASI MI?

A. Müfit Bayram

Yıllardır yazıyorum, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin de başlangıcını oluşturan tarih, 1870’lerden itibaren, uluslararası ticaretin değişim koşullarını belirleyen Altın Standardı koşuluna -1944’den itibaren Bretton Woods sistemi ve ABD Doları-, ABD’nin tek taraflı bir kararla son verdiği 1971 yılıdır.

ABD’nin, seçim sahtekarı başkanı Nixon döneminde yapılan bu değişiklikle, doların değerini, altın karşılığı olarak belirleyen standart ortadan kaldırılmış, doların değeri ABD Merkez Bankası’nın, merkezine ABD’nin çıkarlarını alan, çoğunlukla spekülatif kararlarına bırakılmış, sonuç olarak ABD Doları hızlı bir değer kaybetme sürecine girmiştir. Gerçekte neden değil sonuç olan Petrol Krizi gerekçe gösterilerek, “siyasetten bağımsız merkez bankası” masalı eşliğinde ve “ABD terbiyesi/eğitimi almış ekonomistler/ akademisyenler/ siyasiler” maşa/ misyoner olarak kullanılarak başka ülke yönetimlerine ve toplumlara yutturulan bu değişikliğin sonucu olarak, dış ticarette ABD Doları kullanan, rezerv olarak elinde dolar ve ABD borçlanma senedi tutan ülkeler, 1970’lerin ikinci yarısında ülkemizde yaşanana benzer şekilde 70 sente muhtaç ve bunun sonucu olarak yüksek enflasyonla karşı karşıya bırakılırken, ABD, doların değeriyle istediği gibi oynayarak başka ülkeleri istediği gibi ekonomik krizlere sokup çıkarabileceği, kendi krizlerini başka ülkelere kolayca ihraç edebileceği “ekonomik” bir silaha kavuşturulmuş oldu.

1974 Petrol krizi sonrasında, kendilerini, “gelişmiş yedi” yani G7 diye adlandırarak bir araya gelen ve değeri ABD’nin çıkarlarına göre belirlenen dolar silahının verdiği güçle, ABD, Almanya, Japonya, Fransa, İtalya, Kanada ve Avustralya, hep birlikte dünyaya, kendi çıkarlarına uygun, kendilerinin yönetip yönlendireceği yeni bir sistem dayatmak üzere çalışmaya başladı. Söz konusu emperyalist yapı, 1989 tarihinde Washington Uzlaşı adı altında, amacı ulusal ekonomileri küresel sisteme zincirlemek, merkezinde serbest piyasacılık olan bir “kurallar” bütününü kabul ederek, “neoliberalizm” olarak adlandırılan yeni bir sömürgecilik dönemini fiilen başlattı.

26 Aralık 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Bloğunun, Gorbaçov ve Yeltsin eliyle Batıya -AB ve NATO’ya- adeta vasal devletler olarak hediye edilmesi -bu süreç Romanya gibi bazı ülkelerde, büyük algı operasyonları ve insanlık dışı 5. Kol operasyonlarıyla gerçekleştirildi- sonrası, dünya siyasetini, coğrafyasını, ekonomisini kendi çıkarlarına uygun olarak yeniden şekillendirecek, uymayanları kendi kurdukları, bizim gibi ülkelerin, önünü, arkasını düşünmeden kendilerini içinde buldukları ya da zorlandıkları düzenin inşa süreci başlatıldı.

Sen onu yap, sen onu yapma, sen onu üret, sen onu üretme, herkesin her şeyi yapması gerekmiyor, küresel ekonomi, küresel üretim, küresel lojistik, küresel tedarik zinciri, küresel, küresel, küresel denilerek kurdukları sistemle, ulusal üretim kapasiteleri ve bu üretimi yapan/ yapabilen nitelikli insan gücü, bu gücün oluşmasını sağlayan laik eğitim sistemleri yok edildi. Ülkeler dincileştirilir, etnikleştirilir ve bu yolla sınıf esaslı siyaset yok edilirken, gelişmiş ülkelerdeki üretim gücü, kirletici olduğu gerekçesiyle kapatılan sanayi tesisleri-gerçek neden ucuz işgücü ve vergi avantajları- Çin dahil ucuz işçilik ve özgürce kirletme hakkı sunan ülkelere taşındı. Yeni sistemin daha doğrusu bu yeni sömürgeciliğin hedefinde pek tabii ki, bu sisteme karşı en büyük tehlike olarak gördükleri ulus devletler vardı ve ulus devletleri diz çöktürmenin yolu ulusal ekonomileri çökertmekten, ulusları etnik ve dini kimlikler esaslı olarak parçalayıp, bunu da demokrasi olarak pazarlamaktan geçiyordu. Dolayısıyla bu süreç de iki ayaklı olarak ilerletildi ve 90’lı yılların ilk yarısında, ilk olarak hedef tahtasına konulan ülkeler, Irak ve Yugoslavya oldu. Uluslar, Müslüman, Hıristiyan, Boşnak, Sırp, Arnavut, Kürt, Arap, Sünni, Şii olarak parçalanır, o güne kadar birlikte yaşayan toplumlar birbirlerine düşman edilirken, kışkırtılan çatışmalarda, ulusların, tüm ulusun ortak malı olan varlıkları, altyapıları, üretim kapasiteleri, özelleştirmelerle, savaşlarla yok edildi.

Yeniden yapılanmak için, emperyalizmin finansal gücü para satıcıları eliyle bu ülkeler borçlandırılarak, üretim ve finans tümüyle yabancı şirketlere açılarak fiilen ekonomik bağımsızlıkları ellerinden alındı, gelecek kuşaklar, küresel sistemin borçlandırılmış köleleri haline getirildi. Hedef ülkelerde medya gücü, küresel ve yerel sermaye eliyle ulusal olma niteliği kaybettirilerek, küresel işgalin propagandacılarına dönüştürüldü.

Peşinden Maydan ayaklanmaları yani Turuncu Devrimler, Arap Baharları yani milyonların hayatına mal olan, ulusların varlıkların savaşlarla yok edildiği, yıkarak, yok ederek “kazanan” G7 eliyle, bir küresel düzen inşası süreci başladı.

Sermaye piyasalarında yoktan para yaratmaya, varlık karşılığı olmayan finansal varlıklara dayalı parasal zenginliğe, sanayi ve fikri mülkiyet haklarıyla koruyup, sömürü aracı yaptıkları teknolojik üstünlüğe ve üretmeden tüketmeye yani servis sektörüne dayalı istihdama dayalı sistem, ilk başta, değeri (faizi ve miktarı) ABD Merkez Bankası tarafından belirlenen ABD doları ve sermayepiyasalarında türev enstrümanlar oluşturularak yoktan yarattıkları paralarla borçlandırdıkları, bizim gibi, bu sisteme balıklama atlayan ülkeleri vururken -1982 Latin Amerika Borç Krizi, Temmuz 1997’nin ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan ve Tayland’da başlayıp Asya’yı sarmış olan Güneydoğu Asya krizi-, diğer yönden kendi ülkelerinde yine para bolluğuna dayalı ama diğerlerinden farklı olarak krizlerle sarsılmayan -1995-2000 yılları arasında beş kat yükselen Nasdaq’ın, dayalı yaklaşık yüzde 77 düşüş yaşayarak milyarlarca dolarlık kayba yol açtığı 2001 Nasdaq krizi hariç- orta sınıfın borçlandırılarak tüketmesi ve emlak fiyatlarındaki aşırı artışla/balonlaşmayla beslenen bir saadet zincirini de işletmeye başladı.

Saadet zincirinin kırılması, beklendiği gibi 2007-2008 ABD Mortgage kriziyle başladı, AB ülkeleri, Japonya, Kore gibi ülkelerin finans sistemlerini de saran kriz, aşırı finansallaşmaya dayalı sistemin merkezinde yer alan yatırım bankaları başta olmak üzere finans ve sigortacılık sektörlerini de içine alarak hızla yayıldı. Aşırı finansallaşmaya ve borçlandırmaya dayalı sistemi, etik/siyasi ve mali olarak tehdit edecek, geçen 30 küsur yılda adım adım inşa edilen neoliberal, küreselleşmeci dünya düzeni projesini sonlandırma riski taşıyan bir boyuta ulaştı.

Finansal sistemin yarattığı sorunları, son tahlilde sıradan insanların sırtına aşırı fiyat artışları ve düşen reel ücretler olarak yüklemek üzerine kurulu “krizden çıkış planı”, 2006–2014 yılları arası ABD Merkez Bankası olan Federal Reserv’in başkanlığını yapmış Yahudi kökenli Amerikalı ekonomist, Ben Şalom Bernanke den geldi. Bernanke’nin bulduğu çözümün iki ayağı bulunuyordu. ABD Merkez Bankası eliyle ortalığı paraya boğmak ve finans şirketlerinin batık varlıklarını, kriz öncesi değerlerinden satın alarak, finans şirketlerinin batık bilançolarını düzgünmüş gibi göstermek -daha sonra AB , Japonya ve diğer büyük merkez bankaları da bu yolu izledi-. Bu iki ayağı olan operasyonla, bir yandan krizin yükü enflasyon olarak vatandaşın sırtına yıkar, paranın reel olarak düşen değerinin sonucu olarak, reel ücretlerin sistematik olarak düşürülmesi ve bu yolla para arzından kaynaklı enflasyonun kontrol altına alınması sağlanırken, diğer yandan finans şirketlerinin mali yapıları, batırılamayacak kadar büyük denilerek, kamu kaynaklarıyla “düzeltilmiş” oldu. Düzeltildi ama geçen 17-18 yılda krizin “gerçek” sonuçlarının yani sıradan insanların sırtına yüklediği, yaşamsal yüklerin ortadan kaldırılması, gerçek anlamda giderilmesi de mümkün olmadığı gibi, bu düzeltmenin siyasi bedeli de, sistem savunucuları açısından oldukça ağır oldu.

Bedelin ağır olma nedeni ise bu kez çıkan krizin doğrudan sistemin merkez ülkelerini yani kendini G7 diye adlandırarak dünyaya nizam dikte eden ülkelerin halklarını ama en önemlisi sistemin garantisi olarak görülen orta sınıfları vurmuş olması. Yani krizin yükünün hunharca sıradan insanların sırtına yüklenmesinin sonucunda, ekonomik kriz sistemi de tehdit eden siyasi krize dönüştü. Fransa’da, Almanya’da, Slovakya’da, Macaristan’da ve son olarak ABD’de Trump’ın gelişiyle yaşanan siyasi değişin nedeni, geniş kesimleri ezen bu sistem olurken, solun deforme edilmişolduğu ortamda kazanan, sisteme eleştirel yaklaşan tek siyasi gurup olan “aşırı sağ” siyasi partiler, “aşırı sağ” siyasi liderler oldu.

Tam da bu noktada başta sorduğum “Trump’ın “tarifeleri” çılgınlık mı, 50 yıllık neoliberal küreselleşmeci çılgınlığı sonlandırma çabası mı? sorusunun da yanıtına gelmiş oluyoruz. Öncelikle söylenmesi gereken şey, Trump’ın iktidara gelişinin bir tesadüf ya da Trump’a oy veren insanların cahilliğinin, bizde moda tabirle koyun olmalarının sonucu değildir. Trump’ın, -arkasına batırılamayacak kadar büyümüş, devletler borç veren para satıcısı şirketlere (finans sektörü) ve finans sektörü ile iç içe büyüyen teknoloji şirketlerini almış neoliberal siyasetin yoğun baskı ve karalamalarına karşın- iktidara gelişi, aynı Fransa’da Le Pen’in, Almanya’da AfD’nin güçlenmesi, İtalya’da Meloni’nin, Slovakya’da Robert Fico’nun iktidar olması, Sırbistan’da, AB’ci, küreselleşmecilerce iktidardan indirilmek istenileni Aleksandr Vucic’in direnmesi gibi, küreselleşmenin yoksullaştırdığı, gelecek umutlarını yok ettiği kesimlerin haykırışıdır. Neoliberalizmin kuyruğuna takılmış sahte solda bulamadıkları çıkışı/umudu, kendilerinin sesi olduğunu düşündükleri, kendi sorunlarını dile getiren ve şu ya da bu şekilde yeniden eski günlere dönme vaadi içeren siyasetçilerin vaatlerinde arıyor olmalarıdır. Belki de çaresizlikleridir.

Trump’ın, ithalat tarifeleriyle, ülke içinde üretimi korumak istemesi, ABD’nin yeniden üreten bir ülke olmasını istiyor olması, bir çılgınlık değil, ABD ekonomisi ve sıradan ABD vatandaşı açısından bir zorunluluktur. 50 yıla varan aşırı finansallaşmaya dayanan neoliberal dönemin tahribatından dolayı üretemez hale getirilen ve servis sektörünün yarı zamanlı ve düşük ücretli işlerine mahkum edilen ABD çalışan kesimlerini, yeniden üretir hale getirme çabasıdır. Ama diğer yandan, 50 yıldır, ekonomi ve siyaseti kontrol eden neoliberal küreselleşmeci düzenin yandaşları, finans ve teknoloji şirketleri gibi kazananları açısından da büyük bir tehdittir. Bu açıdan bakıldığında, 50 yıllık neoliberal küreselleşmeci çılgınlığı sonlandırma çabası olarak görülmesi de yanlış değildir.

Trump, tarifeler koyarak, ABD ekonomisinin, çok dar bir kesimi zengin ederken, çok geniş kesimleri işsiz, umutsuz bırakan finans ve teknoloji sektörleri dışında/yanı sıra üretir hale getirilmesi, servis sektörünün düşük ve güvencesiz işlerine mahkum edilmiş emekçi kesimlerin, yeniden emekleriyle geçinebilen, onuruyla yaşayan insanlar olma çabasının sözcüsü, uygulayıcısı olmaya çalışmaktadır ve bu yüzden de neoliberal küreselleşme döneminin kazananı kesimler/sektörler açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Tam da bu nedenle, CNN, Bloomberg, New York Times, Washington Post, The Economist gibi, neoliberalizmin amiral gemisi yayın organlarınca ne yaptığını bilmez, çılgın bir kişi olarak karikatürize edilmeye, gözden düşürülmeye çalışılmaktadır.

Ancak unutulmamalıdır ki, bu kavga, içerisinde solun olmadığı bir büyük bir kavgadır ve neoliberal küreselleşmeci düzene karşı verilen bu kavganın, geniş halk kesimleri, öğrenciler ve özellikle çalışan kesimlerin tüm ekonomik ve sosyal sorunlarını çözmesi beklenmemelidir. Neoliberal küreselleşmeci dönem, başka ülkelerden çalınan artı değerlerle, ABD bile olsanız, bir daha Amerikan rüyası yaşamanıza izin vermeyecek kadar dünyayı değiştirmiştir. Çalışan kesimler, geniş halk kitleleri açısından tek eksik, solun bu durumun, gerçek yani emekten yana bir sol siyasete olan ihtiyacın büyüklüğünün farkında olmamasıdır. [devamı gelecek sayıda ]

*YAYED Bülten 4’te yayımlanmıştır.

Kaynakça
https://watergate.info/
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/365374
https://www.project-syndicate.org/commentary/new-trilemma-ofclimate-change-global-poverty-rich-countries-middle-classes-bydani-rodrik-2024-09


Yorum gönder