Stratejik Planlama
Bugün, idari sistemimizin birbirinden kopuk, bütüncüllükten uzak, her kamu kurum ve kuruluşunun kendi başarısını hedeflediği onlarca ve hatta yüzlerce stratejik plan yerine Anayasa’nın 166. maddesinin lafzına ve ruhuna uygun olarak tutarlı, verimli, dengeli ve uyumlu bir ulusal plana ihtiyacı vardır.
STRATEJİK PLANLAMA ÜZERİNE YAYED GÖRÜŞÜ
Yirminci yüzyıl, plana dayalı sosyoekonomik kalkınma anlayışının zafer yüzyılı olmuştur. Türkiye, yıllık en yüksek gelişme hızını, Batı dünyası paylaşım savaşı girdabına sürüklenirken, 1930‘lu yıllarda yaşamıştır. Sovyetler Birliği, uçsuz bucaksız köylülükten beş yıllık planlarla bir dünya gücü yaratmıştır. İkinci Dünya Savaşı‘ndan sonra Batı dünyası bu derslerden çok şey öğrenip, plancılığı kendisi için de araç saymıştır. Ulusal bağımsızlık savaşı veren ülkelerle zamanın sosyalist ülkelerinde elde edilen başarılar, neredeyse kendiliğinden, piyasa sisteminin yetersizlik ve işgöremezlik ilanı olmuştur.
Planlamacılığı piyasa sisteminin düşmanı olarak görenler, örneğin Hayek, 1940‘lı yıllarda bunu “esarete götüren yol” diye görüyordu. Bu görüş 1980‘li yılların egemen görüşü haline geldi. Türkiye‘de Hayek, Freidman gibi yenisağcı düşünürlere yakınlığını gizlemeyen Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı da yapan Başbakan Turgut Özal, planların yalnızca “yol gösteren bir doküman” olduğunu belirterek “merkezi Plan vasfından epeyce uzaklaşmaya mecbur” olduğumuzu iddia ediyordu.
Ulusal merkezi sosyoekonomik kalkınma planları beş yılda bir hazırlanmaya devam edildi. Ama 1985 tarihli Beşinci Plan‘dan başlanarak, bu metinler “ulusal – merkezi – sosyoekonomik – kalkınma” planı olmaktan çıkıp etkisiz araçlara dönüştü. 1990‘lı yıllarda göstermelik hale getirilen bu planların yerini “stratejik planlama” adı verilen başka bir plan anlayışı aldı.
Stratejik planlama anlayışı, devlet kurumlarının orta ve uzun vadeli hareketini piyasa aktörlerinin çıkar ve beklentileri açısından biçimlendirmek demektir. Bu, devletin hedeflerini piyasanın hedeflerine endekslemek ve devletle piyasa aktörü şirketleri özdeş saymak demektir. Piyasa, günümüzde yerli-yabancı şirketler arasında farklılığın sıfırlandığı bir dünyadır; bu nedenle devleti piyasa aktörüyle özdeşleştirmek, tüm kurumlarını küresel amaçlara bağlamak sonucu yaratır. Hem merkezde hem de yerelde kamu idarelerinin piyasa güçleriyle bütünleşmesi, ulusal ve toplumsal çıkarları zedeler. İşte bu özellikleri nedeniyle stratejik planlama bir “teknik” değil, “yüksek politika”dır.
Stratejik plancılık, özel sektör plancılığıdır. Stratejik planlama, özel şirketlerin geleceğe yönelik olarak doğru üretim, yatırım ve pazarlama teknikleri belirleyerek pazar paylarını artırmalarını ve rekabet avantajı sağlamalarını öngören bir anlayıştır. Özel sektördeki şirketlerde başarı oranı %10 düzeyinde kalmıştır.
Batılı ülkelerdeki yerel yönetim birimlerinde uygulanması, 1990‘lı yıllarda başlamıştır. Özel sektördeki şirketlerin bile ancak %10‘unda başarılı bir şekilde uygulanan stratejik planlar, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve Avustralya gibi ülkelerdeki yerel yönetim birimlerinde ise beklenen sonuçları vermemiştir; bu ülkelerde yerel yönetimlerin kalkınması bakımından başarısız olmuştur.
Stratejik planlama anlayışı, Türkiye‘nin idari sisteminde varolduğu iddia edilen kırtasiyecilik, hantallık ve koordinasyonsuzluğu önlemek iddiasıyla, 59. Hükümetin yürüttüğü “Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma” çalışmaları sonucunda Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ile mevzuatımıza 2003 yılında girmiştir. Yerel yönetim birimlerinde stratejik plan uygulaması beşbinli kanunlar ile (5302, 5216, 5393) başlamıştır.
Dünya genelinde başarısızlığı gözardı edilerek 59. Hükümetin yerel yönetimlere zorunlu kıldığı stratejik planlama, uluslararası finans kuruluşlarınca ve Avrupa Birliği tarafından belirlenip desteklenmiştir. Yabancı şirketler bu yeni yönetim tekniğinin Türkiye‘de “doğru ve yaygın” bir şekilde uygulanmasını sağlamak üzere faaliyete başlamış, il özel idareleri ve belediyelerin stratejik planları özel şirketlerle birlikte hazırlanmıştır.
Ülkemizde, iddia edilenin aksine stratejik planlama yerel yönetim düzeyinde öngörülen ilk planlama çabası değildir. 1970‘li yıllarda Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında, yerel yönetimler planlaması öngörülmekteydi. Ancak bu planlama stratejik planlama anlayışından tamamıyla farklıydı. Yerel yönetim planlarıyla müşterek mahalli ihtiyaçların saptanması yoluyla merkezden yapılan teknik yardımların rasyonel kullanılması ve coğrafi bakımdan dengeli dağılımı hedeflenmekteydi.
Planlama Anayasa‘nın 166. maddesi gereğince devletin görevidir. Yargı organları verdikleri çeşitli kararlarda planlamayı bir “kamu işi” ve “kamu hizmeti” olarak yorumlamışlardır. İl özel idareleri de dahil olmak üzere yerel yönetimlerdeki ilk stratejik plan uygulamalarının birçoğunda etkinliğini ve işlevini büyük ölçüde yitirmiş olan kalkınma planlarına tek bir atıf bile bulunmamaktadır. Bu durum Türkiye‘de bütüncül, kapsamlı ve kapsayıcı bir planlama yapmaktan uzaklaşıldığını göstermektedir. Stratejik plancılık Anayasanın 166. maddesinde yer alan tutarlı, verimli, dengeli ve uyumlu bir ulusal planlama anlayışını ihlal etmektedir.
Stratejik planlama kamu hizmeti gören yerel yönetimlere uymayan bir planlama türüdür. Yerel yönetimler kamusal hizmetleri sağlarken öncelikli hedefleri kar etmek değil, yerel halkın ihtiyaç duyduğu kaliteli hizmetleri tüm toplum kesimlerine ulaştırmaktır. Şirketlerin aksine belediyelerin hizmetlerini satacak yeni pazarlar aramak gibi bir kaygıları yoktur. Kamusal planlamanın amacı rekabet etmek değil, kamu hizmetini sağlıklı, sürekli ve eşit bir şekilde sunmaktır. Yerel yönetim birimlerinin ve çalışanlarının kendilerini sürekli bir tehdit ve rekabet içersinde algılamaları yalnızca yerel yönetimlerde çalışanlarda değil, o yerel yönetim biriminde yaşayanları da güvensizliğe ve huzursuzluğa yol açacaktır.
Stratejik plancılık, devletin geleceğe dönük olarak ve özel sektör için “şeffaflık”ını sağlama aracıdır. Merkezi ve yerel tüm kamu kurumlarının orta ve uzun vadede nasıl hareket edeceklerini belirledikleri stratejik planlar, sermaye çevrelerinin karlı yatırım alanlarını saptamalarını kolaylaştırıcı bir işlev görmektedir. Özel şirketlerin rekabet stratejini belirledikleri stratejik planlar kamuoyuna açıklanmak bir yana şirketin çalışanlarından gizlenirken, yerel yönetimlerin büyük zaman ve emek harcayarak oluşturdukları araştırma verileri, geleceğe yönelik eylem stratejileri ve diğer önemli bilgileri özel şirketlerin istek ve çıkarlarına açıktır. Belediyelerde “başarı düzeylerinin ölçülmesi, birbirleriyle bu yönden karşılaştırılmaları”, bu planların, özel şirketlerin ve uluslararası sermayenin yatırımlarına etkin ve verimli bir şekilde yön vermesini sağlayıcı bir unsur olarak ön plana çıkmasını sağlamaktadır. Stratejik plan yerel yönetimler arası rekabet üzerinde yükselir; gerçekte bu rekabet, tekelci şirketler arasındaki rekabetin yerel yönetimlere yansıtılıp yüklenmesinden başka bir anlam taşımaz.
Yerel yönetimleri özel şirketlere benzetmeyi amaçlayan stratejik planlama nesnel olarak ölçülebilir, sınıflandırılabilir ve kıyaslanabilir sonuçlara odaklanmaktadır. Yerel yönetimlerin sundukları hizmetleri ekonomik olarak ölçülebilir değişkenlerle değerlendirmek, kamu hizmetinin diğer önemli niteliklerini gözden kaçırmak anlamına gelir. Kamu hizmetlerinden yararlanmak bir vatandaşlık hakkıdır ve kamusal alanda vatandaşların görevleri ve hakları adil bir biçimde dağıtılmıştır. Vatandaşların hak ve görevleri arasında adil bir dağılım olduğu gibi kamu hizmetleri de adil ve eşit bir biçimde sunulmalıdır. Özel sektör, piyasa kurallarına göre parası olan müşteriyi tatmin etme durumundayken, kamu kuruluşları eşit hak ve görevlere sahip vatandaşların tümünün gereksinimlerine yanıt vermek durumundadırlar.
Planlama her devletin kendi koşullarına göre uygulaması gereken akılcı ve gerekli bir yaklaşımdır. En küçüğünden en büyüğüne tüm kamu kuruluşlarında hizmetlerin yürütülmesi, yatırımların gerçekleştirilmesi, kaynakların saptanması ve tasarruflu kullanılması için planlamaya gereksinim vardır. Ancak bugün Türkiye‘de kalkınma planı, yıllık program, katılım öncesi ekonomik program, katılım ortaklığı çerçevesinde hazırlanan ulusal program, orta vadeli program, vb. birçok plan ve program vardır. Bu kadar plan arasında bir eşgüdüm ve uyum sağlanmadan özel sektör mantığına dayalı yeni bir planlama deneyiminin uygulaması varolan plan karmaşasını artırmaktadır.
İhtiyacımız olan ulusal, merkezi, sosyoekonomik planlamadır:
Bugün, idari sistemimizin birbirinden kopuk, bütüncüllükten uzak, her kamu kurum ve kuruluşunun kendi başarısını hedeflediği onlarca ve hatta yüzlerce stratejik plan yerine Anayasa‘nın 166. maddesinin lafzına ve ruhuna uygun olarak tutarlı, verimli, dengeli ve uyumlu bir ulusal plana ihtiyacı vardır. Bu ulusal plan kaynakların büyük ölçüde dış destekli sermaye yararına olan mevcut dağılım ve kullanım biçimini değiştirmelidir.
Türkiye‘de halkın talepleri doğrultusunda kaynakların memleketin her köşesinde hem mali, hem de fiziki planlamasının yapılması bağımsız ve eşit bir kalkınma için gereklidir. Ulusal dinamiklerden güç alacak bir planlama stratejisinin belirlenmesi, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği‘nin önerileri, Amerikan şirketlerinin yol göstericiliğiyle uygulamaya konan stratejik planlamadan çok daha öncelikli ve önemli gözükmektedir. Ekim 2010
Yorum gönder